
Şarkılarımı kendim yazdım; düşündüm, besteledim, çaldım ve söyledim. Bu bütünlüğe inandım. 13 altın plağım oldu. Zaman zaman, yana yana, not defterim, yadigar gibi uzunçalar ve de kaset-disklerim. “Meşhur”luğun bir hastalık olduğunu bilerek ortalıkta fazla görünmedim, sadece işimi yaptım, şarkılarımı söyledim. Aşk mektuplarımı başkasına yazdırmadım. Soldan doğdum, soldan uyandım, solda oturdum, insan olmanın haysiyetini solda buldum, hep solcu oldum, hep solcu kalacağım. Sebebi gayet basit; insanın soyutlarının ve somutlarının bir bütün olduğudur. Güzelliklerin, kültürün ve sanatın satın alınamayacağıdır. Bir “akl-ı evvel”in yaratıp her şeyin ortasına koyduğuna inanmam. Mistik işlerle uğraşmam. Eni boyu, yukarı aşağıya butun kavramlarıma paradoksal bir ikilik koyarak sonsuza doğru buluşmak üzere diyalektiğe ve ölüme inanmışım. Kendimi ince ince doğrayan ve uykumdan sıçrayıp uyandıran bir hayatım oldu. Hep onu bekledim. Gelse de onu bekledim. O kadın değildi, o para değildi, o olumsuzluk değildi. O’nu ben de merak ettim, onun için yaşadım, ona koştum ve onu buldum. Ne mi o? Yaşadıkca bulunan o’na tanjant hayatım: Şarkılarım…